gencecikken
hayat toz pembe
gelecek umut
her geçen gün umuda yolculuktur
en azından bizimkisi öyleydi
şimdilerde orta yaşta
küçücük bilgemin
her sabah yatağında okul telaşıyla
burun çekişini işittikçe
kendi çocukluğuma şükrederim
zaman değirmeni hayat öğütür
- iyi bilirim
bir koşuşturmaca uzayıp gider
sebebi bulunur
- bahanesi bol
denir ki bu telaş bir gün biter
sanırsın ki sınırsızdır önündeki yol
başta çok büyük görünür sayılar
üç yüz altmış çarpı bilmem kaç kere
doğacak güneş
sanırsın ki
koca bir ömürdür önündeki
bak yaşanacak daha ne çok gün var
yaşadıkça anlarsın
üç kuruşluk harçlıktır aslında cebindeki
hayat kısacık ve kıstırılmış!
bir eylül iki bin altı - ankara
© Emin Akçaoğlu
1 Eylül 2006 Cuma
21 Ağustos 2006 Pazartesi
zenit
memedim
bigün oturup
senin zenitle konuşmak isterim
ne çok hikâye vardır perdesinde
prizmadan geçen ışık
kim bilir kaç kare
ve kaç kere
iz bırakmıştır hayata dair
kaçına ben şahidim
şüphesiz o hepsine şahittir
güz yakın
akın akın düşecekler sarı sarı
kurtuluş parkının yaprakları
güzde - hatırlarım bir başka güzde
gerisindeki gözde ve
perdesinde zenitin
aynı iz vardı
piknik masasının üstünde köfte ekmek
- soğurken
oturup poz verdiler
şimdi serap gibi gelir
sonrasını zenite sormalı
sormalı!
yirmi bir ağustos iki bin altı - ankara
© Emin Akçaoğlu
bigün oturup
senin zenitle konuşmak isterim
ne çok hikâye vardır perdesinde
prizmadan geçen ışık
kim bilir kaç kare
ve kaç kere
iz bırakmıştır hayata dair
kaçına ben şahidim
şüphesiz o hepsine şahittir
güz yakın
akın akın düşecekler sarı sarı
kurtuluş parkının yaprakları
güzde - hatırlarım bir başka güzde
gerisindeki gözde ve
perdesinde zenitin
aynı iz vardı
piknik masasının üstünde köfte ekmek
- soğurken
oturup poz verdiler
şimdi serap gibi gelir
sonrasını zenite sormalı
sormalı!
yirmi bir ağustos iki bin altı - ankara
© Emin Akçaoğlu
20 Ağustos 2006 Pazar
korukaya
memet
korukaya ıssızdı
sessiz değildi ama
kamyon homurtuları
esintiyle karışık
ağaçlar eskisinden büyük
yol kenarındaki kızılcık
gebe kadın gibi
bereketli
dalları yorgun ve yere sarkık
karlıyken içine sığındığımız baraka
duruyor olsa da yerli yerinde
eskisi gibi şen şakrak değil
içinde bir genç kız bir yaşlı kadın
ve eski bir tır şoförü emekli
küçük bir aile yani
ismi da değişmiş mekanın
belki de sadece isim yeni
şimdikisi 'tırcı eminin yeri'
çay henüz demlenmişti vardığımda
gölgede bir masa
kızılcık ağacının altında
homurtu ve esinti karışık
zaman kesintisiz akmada
dört mevsimi hatırladım
on beş koca yıla yayılan
on beş yıl sonra yeniden korukaya
yollara kazınmış onca hatıra
sığabilir mi ki üç beş satıra
yirmi ağustos iki bin altı - ankara
© Emin Akçaoğlu
korukaya ıssızdı
sessiz değildi ama
kamyon homurtuları
esintiyle karışık
ağaçlar eskisinden büyük
yol kenarındaki kızılcık
gebe kadın gibi
bereketli
dalları yorgun ve yere sarkık
karlıyken içine sığındığımız baraka
duruyor olsa da yerli yerinde
eskisi gibi şen şakrak değil
içinde bir genç kız bir yaşlı kadın
ve eski bir tır şoförü emekli
küçük bir aile yani
ismi da değişmiş mekanın
belki de sadece isim yeni
şimdikisi 'tırcı eminin yeri'
çay henüz demlenmişti vardığımda
gölgede bir masa
kızılcık ağacının altında
homurtu ve esinti karışık
zaman kesintisiz akmada
dört mevsimi hatırladım
on beş koca yıla yayılan
on beş yıl sonra yeniden korukaya
yollara kazınmış onca hatıra
sığabilir mi ki üç beş satıra
yirmi ağustos iki bin altı - ankara
© Emin Akçaoğlu
21 Mart 2006 Salı
bunaltı
farkındayım
derin dehlizlerin içine sızıp
kısılıp kalmış arzuların
nasıl dalga dalga
çeperlerine vurduğunu
yüreğin
ve
engine fora demek üzre
hazırlanan geminin
kısılıp kalınca derin dehlizlerin içine
belki de kendi yarattığı fırtınanın göbeğinde
artık dalgalarla boğuşamayacak kadar
yorgun ve bıkkın
ve
öfkeyle üfüren bunaltılı ve nemli yelin
yanaklarını yaladığı koca gövdenin
yiten takatinin son demlerinde
ve
ensedeki nasırlaşmış elin
kuvetle sıktığını hissettikçe
acıyla bar bar bağırdığını
ve
ümüğü sıkılmışçasına
nefesi daralmışçasına
bir karış uzayan ve kuruyan dilin
yiten sabrını bilirim
yirmi bir mart iki bin altı salı – ankara
© Emin Akçaoğlu
derin dehlizlerin içine sızıp
kısılıp kalmış arzuların
nasıl dalga dalga
çeperlerine vurduğunu
yüreğin
ve
engine fora demek üzre
hazırlanan geminin
kısılıp kalınca derin dehlizlerin içine
belki de kendi yarattığı fırtınanın göbeğinde
artık dalgalarla boğuşamayacak kadar
yorgun ve bıkkın
ve
öfkeyle üfüren bunaltılı ve nemli yelin
yanaklarını yaladığı koca gövdenin
yiten takatinin son demlerinde
ve
ensedeki nasırlaşmış elin
kuvetle sıktığını hissettikçe
acıyla bar bar bağırdığını
ve
ümüğü sıkılmışçasına
nefesi daralmışçasına
bir karış uzayan ve kuruyan dilin
yiten sabrını bilirim
yirmi bir mart iki bin altı salı – ankara
© Emin Akçaoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)