23 Temmuz 2008 Çarşamba

protez

Küçücüktüm. İlkokul dört mü beş mi, şimdi hatırlayamıyorum pek. Hergün okula giderken yokuşu hızla, neredeyse koşarak iner; dönüşteyse yavaş yavaş tırmanırdım. Bu dik Arnavut kaldırımı yokuş hem okul yoluydu hem de evin yoluydu benim için.Okullar kapanmak üzereydi. Belki birkaç hafta ya var ya yok. Sabahçı olmalıydım o sıra. Okuldan eve dönüyordum bıkkın adımlarla yalpalayarak. Elimdeki çanta sanki her adımda biraz daha ağırlaşıyordu. Haziran ayıydı sanırım; öyle ya okullar kapanmak üzere. Sıcak tam tepemde ve yokuş sanki her adımda inadına biraz daha dikleşiyordu. Her zamanki gibi hayaller içindeydim... Büyüyeceğim. Büyüyünce... (Ne oluyorsa sanki büyüyünce!) Nasıl susamıştım sıcaktan. Şimdi yol üzerindeki apartmanlardan bir teyze pencereyi açıp sesleniverse, "Seliiiim, gel oğlum bir bardak soğuk su iç. Azıcık soluklan da sonra devam et eve doğru" deyiverse... Yol kenarında şişman bir teyze gördüm. Doğrudan yokuşa açılan bir kapının önünde dikiliyordu, elini kalın beline dayamış. Şişman ve yaşlıca bir kadın. Baktım ki o da dikkatle bana bakıyor. Yoksa bana şimdi seslenip "Seliiiim, gel oğlum bir bardak soğuk su iç" mi diyecek. Yok demedi. Ama el etti bana gel diye. Yanına gittim.

"Senin adın ne oğlum?"

"Selim"

"Kaç yaşındasın sen?" Dokuz on her neyse; cevapladım.

"İçeri gelsene biraz" dedi.

"Ne o yoksa soğuk su mu vereceksiniz?" diye sordum.

"İstersen veririm" dedi. Kapıda durdum. Bir şişe su getirdi, bir bardak doldurup verdi. İçtim.
"Bir bardak daha alabilir miyim?" dedim.
"Lafı mı olur" dedi. İçip teşekkür ettim.
"Artık ben gideyim teyze."
"Ayyyy duuur, nereye gidiyorsun hemen öyle?"
"Evee."
"Dur acele etme." Yoksa yemeğe de kal mı diyecek acaba diye düşündüm.
“Senden bişey isteyeceğim, emi?”
“Ne peki?”
“Gel önce mutfağa da bak ne yapıyorum?”
“Ne var mutfakta? Yemeğe mi kal diyeceksin?”
“Kal istersen ama yemek değil mutfaktaki”
“Ne peki?”
“Su su, sıcak su.”
“Ne yapacaksın sıcak suyu?” İçeri girdim. Mutfağa yürüdük peşpeşe. Koca bir tencerede su kaynıyordu.
“Hele sen beni izle. Bak bişey daha göstereceğim sana.” O önde ben peşinde az ötedeki kapının önünde durduk. Acaba içerde ne var diye geçirdim içimden. İyice meraklanmıştım. Kapıyı açtı. Birşey yoktu. Bildiğin alaturka tuvalet işte.
“Niye gösteriyorsun bana tuvaleti?”
“Şeyyy. Elini şöylece sokuversen deliğe. Bak benimki giriyo mu? Koca bilek. Ah işte burada kalıyo bak” diyerek elini deliğe sokuverdi. Gerçekten de bileğinden sonrası girmedi deliğe kalınlığından. Korktum. Geri çekildim. Şişman ve yaşlı kadın deliğe sıkışmış bileğini dışarı çekmeye uğraşırken “Korkma yavrum” dedi. “Bak su da kaynattım. Yıkarsın sonra elini bol sıcak sabunlu suyla. Ah benimki girseydi, bunu senden istermiydim hiç. Girmiyo ama. Kahretmesin. Bak senin kolun incecik, ne güzel.”
Artık koşup kaçmak üzereydim. Kımıldandım.
“Niye korkuyosun yavrum? Korkma kötü bişey yok. Amcan takma dişlerini düşürmüş öksürürken” diye yakındı kadın.
O bileğini çıkaramadan ben yeniden yokuştaydım. Dönüp arkama bile bakmadım koşarken.

~

Bu öykü Ankara Life Dergisi'nin Aralık-Ocak 2009 sayısında yayınlanmıştır.


© Emin Akçaoğlu

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Ben hep politika yönünü bildiğim için ilginç geldi öyküler, daha çok senin kaleminden çıkması şaşırttı tabii..ÇOK BEĞENDİM..
Diğerlerini de okuyacağım, Sevgiler..

Prof. Dr. Emin Akçaoğlu dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.